Şirk ve tehlikeli sözler

Şirk ve tehlikeli sözler

Şirk ve tehlikeli sözler

Daha da uzatılıp “ve berakâtüh” ilave edilebilir. Fakat “selâmün aleyküm” demek bile kâfidir. Bu hadis, muhteva olarak, bir önceki hadisin benzeridir. Ancak burada, önceki hadiste anılan kardeş olmanın gerektirdiği niteliklere bazı ilâveler vardır. Bir Müslümanın ihtiyacını gideren kimsenin ihtiyaçlarını da Allah’ın gidereceğinin va’d  edilmesi, bu davranışın ne kadar faziletli bir iş olduğunu anlamamıza yeterli delil teşkil eder. Peygamber Efendimiz (sav), “Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da kuluna yardım eder.” (Müslim, Zikr 37-38) buyururlar. Müslümanlar, birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermede de kardeşliklerinin gereğini yerine getirirler. Bu ihtiyaçlar, mutlaka maddi alanda olmayabilir. Manevi yardımlaşma da en az maddi olan kadar kıymeti hâizdir. “Senin hakiki kardeşin seninle beraber olan, sana menfaat versin diye, kendi nefsine zarar vermeye razı olan, zamanın felaketleri kapını çaldığı vakit, senin dağınık durumunu derlemek için o, derli toplu öz durumunu dağıtandır.”

Bu dönemde gizliliğe yönelen dinî eğitim, tasavvufî oluşumlar ve bazı dinî cemaatler, 1950’den itibaren nisbî özgürlük atmosferinde açıktan faaliyet göstermeye başladılar. Sebeplerle bağımsızlık mücadelesi veren Mısır ve Hindistan gibi ülkelerde gelişen dinî hareketler Türkiye’de de geniş ölçüde sempati bulmaya, bu alanda telif edilen eserler tercüme yoluyla ülkeye girmeye başladı. Farklı şartların ürettiği siyasî ve içtimaî meselelerin tesirinde oluşan bu çeviri literatürü Türkiye’de din eksenli yeni anlayış ve tartışmaların doğmasında etkili oldu. Yerleşik siyasî ve içtimaî düzene karşı 1960’lardan itibaren gelişen tepkiler önce sol, ardından da İslâmcı hareketlerde yoğunlaştı. Böylece Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren elli yıllık sürenin sonunda İslâmcı siyasî düşünce tekrar ülkenin gündeminde yer aldı. 1980 askerî hareketi bütün ideolojik ve siyasî faaliyetleri yasakladı. Bu dönemden sonra Türkiye’de gelişen entelektüel İslâmcı düşüncede liberal yaklaşımlar ağırlık kazanmaya başladı (geniş bilgi için bk. İSLÂMCILIK). Selim’den itibaren bizzat idarenin giriştiği ıslahat çabalarının yanında teknik anlamda yenilik taraftarı İslâmcı düşünce Yeni Osmanlılar’la başlatılır. Nâmık Kemal ve Ziyâ Paşa gibi Tanzimat nesli aydınlarının İslâmî ıslah arayışları diğer İslâm coğrafyalarından hem öncedir hem de hareket noktasının farklı olması sebebiyle özel önem taşır. Yeni Osmanlılar, Batı karşısındaki zaafiyete çare arayan merkezî idarenin başvurduğu ıslah tedbirlerini içerik ve uygulama yönünden eleştirmişlerdir. Böylece bir siyasî muhalefet hareketi olarak başlayan bu düşünce, geleneksel İslâmî değerlerle modern Batı kurumlarının bileşkesinden oluşan bir söylem geliştirmiş ve bu açıdan İslâm dünyasına öncülük etmiştir. Bu oluşumda şeriat merkezde yer almış, sadece Osmanlılar’ın değil bütün İslâm dünyasının siyasî, iktisadî ve içtimaî sıkıntılarının bu merkezden hareketle çözülebileceği düşünülmüştür.

Çünkü maksat gaybdan haber vermek değildir. (Kur’an öğrenmeyenkimse kalmasın) anlamında söylenmiştir. Elbette (Kimse kalmasın) denseydi dahauygun olurdu. İnsan kötü kaderini beğenmeyebilir.(Kaderim kötüymüş) diyebilir, ama suçu kadere yüklemek caiz olmaz. Bu bakımdan,(Kaderime küstüm) gibi mânâsız bir şey söylenmemelidir. Zaman çok kötü oldu, bilir bilmez herkes din adınaahkam kesiyor gibi. Önce(tehiyyet-ül mescid) namazı kılıp veya başka ibadet yapıp, itikâfa niyetettikten sonra, hafif sesle ihtiyaç kadar konuşmak caizdir. İbadeti bir menfaat için yapmak da küfür değildir.

Ama (Allah, kötü işlerimizi kötü olarak yazmamalıydı, yanlışyaptı) diyerek, amellerimize göre kaderimizi belirleyen Rabbimizi suçlamakküfür olursa da, böyle bir sözü de bir Müslüman asla söylemez. Busözler tamamen şahsi görüşle yazılmıştır. Bir insana kâfir diyebilmek içinnakli esas almak gerekirdi. Bir şeyharamsa veya küfürse kitaplarda yazılıdır. Harama, küfre delil aranır, amamubaha delil aranmaz. Mesela, (Muz yemek haramdır, kivi yemek küfürdür) diyenkimseye, (Delilini göster) denir. Yani, (Hangikitapta mubah olduğu yazılı?) diye sorulmaz. Biz, bu birkaç tekfircinin aşağıyaaldığımız sözlerinin küfür olmadığını söylüyoruz. Küfür diye iddia edençıkarsa, delilini onun göstermesi lazımdır. Ananas yemek küfür değil dersek, hiç kimse, (Delilini göster)diyemez.

  • Abdülhamid devrinin mutlakiyet ortamında yönetimden bağımsız, dinî karakterli yenilikçi bir hareket gelişmemiştir.
  • Çünkü nimet ve servetlerin en büyüğü ilim ve edeptir.
  • Yaklaşık bir asır devam eden Emevîler döneminin ilk yılları iç karışıklıkların bastırılarak devlet otoritesinin sağlanmasıyla geçti.

[Yanidışarıda var olmayıp, vehme ve hayale var görünmektedir.] Vehim ve hayalindışında bir varlık değildir. Allahü teâlânınkudreti, vehim olunan, hayal olan bu görünüşleri devam ettirmektedir. 11-Tekfirci, (“Canımı sıkmayın, üstüme fazla gelmeyin, yoksa imandan çıkarım”demek küfürdür) diyor. Bana zulmedene, Allah da zulmetsin demesi, Allah senden bununintikamını alsın demektir. Hemen insanları küfre sokmak için sen Allah’a zalimdiyorsun dememeli, onu kurtarmaya çalışmalı. İnsanuzak bir yere giderken, yorulup, (Ne uzakmış, yürü Allah’ım yürü bir türlübitmiyor) der.

Böyle olunca klasik İslâm siyaset düşüncesini tanıtırken tarihî olguları ve onun insan unsuruyla ilişkili arka planını birlikte ele almak kadar siyaset-din ilişkisini doğru zeminde kurmak da hayatî bir önem taşımaktadır. Gerek Kur’an ve Sünnet’teki hukukî ahkâmda, gerekse fıkıhta hukukun alt dallarına ilişkin düzenlemelerde öngörü ve varsayımlardan ziyade insan gerçeği ve hayatın tabii olguları esaslı yer tutar. Muâmelât bölümünde satım akdi, Kur’an’dan çok az atfı bulunsa da bütün borç ilişkileri için model teşkil edecek şekilde ayrıntılı biçimde işlenir. Diğer akid türlerini konu alan açıklamalar da hukukî hayatın ve borç ilişkilerinin canlı ilgi odaklarıyla ve daha çok problemli yönleriyle literatüre yansıması ve dinin genel hukuk ilkeleri açısından bir değerlendirmeye alınması niteliğindedir. Şüphesiz ki bu anlayış ve ilkelerin oluşmasında Kur’an ve Sünnet’in belirgin payı vardır veya çoğu değişik şekillerde naslar tarafından ifade edilmiştir. Akidlerde rızânın esas alınıp şekil şartlarının en aza indirilmesi, isimsiz akid anlayışı, ahde vefa ve iradî tasarrufları anlamlı kılma ilkesi, akidlerin tarafları çekişme ve aldanmaya götürmeyecek ölçüde açık ve objektif unsurlar taşıması, garar yasağı vb. Borçlar hukukuna yön veren ilkeler olmuştur. Şahıs ve aile hukukunda çocuk, kadın ve köle gibi kendi haklarını savunmakta zorlanan kesimler özel düzenlemelerle koruma altına alınmıştır. Bu gruplara ilişkin sosyal realite bir yönüyle kabul edilmekle birlikte hak ihlâlleri ve beşerî ilişkiler açısından insan olma olgusu ölçüdür.

Açık gezen bir kadının kendisine veyasesine, Allah vergisi veya güzel demek, işlediği günaha güzel demek anlamınagelmez. Fakat günah olan şarkısına güzel demek tehlikelidir. Bunun için böyleşeyler söylemekten uzak durmaya çalışmalıdır. Yani (Bu dünya böyle gider) veya (Bu dünyaböyle gitmez) demek küfür değildir. (Amerikaçok zulmediyor, bir gün yıkılacak) demek bir tahmPinUpbet güncel adres!5@PinUpbethttps://PinUpcasino-tr.com/;PinUpbet.

Bir konuda herhangi dinî bildirimin gelmemiş olması da yine bilinçli bir tercihin ürünü olup dinî değer taşır. Mubahın şer‘î hüküm, istishâbın şer‘î delil sayılması bu bakımdan anlamlıdır. Bu kategoriler doktrinde alt bölümlere ayrılıp ayrıntılı biçimde işlenerek amelî hayatın her yönünü kuşatan bir dinî bilgi örgüsü oluşturulmuştur. İslâm’ın Mekke dönemindeki tebliğinde tevhid inancının yerleştirilmesi, ferdin mânevî ve ahlâkî yönden bilinçli ve dirençli kılınması öncelik taşıyordu. Nitekim hicretten sonra ağırlığını Mekkeli ve Medineli müslümanlarla yahudilerin teşkil ettiği yeni Medine toplumunu oluşturan grupların Hz. Köle, kadın ve zimmî örneklerinde yoğunlaşan sosyal statülerin biçimsel değişiminden ziyade zihniyet değişimine ağırlık verilmiş, insana insan olduğu için değer verme, onun temel hak ve hürriyetlerini ve insanlık onurunu koruma daima öncelik taşımıştır. Hayata geçirilme oranınca sağlıklı bir toplum oluşumunun temel dinamikleri sayılabilecek bu esaslar, aynı zamanda müslümanlardaki hukuk fikrinin gelişim yönünü ve ana çizgisini de tayin edici olmuştur.

Baktığı takdirde kendi haline şükretmeye vesile bulur. “Hased etmekten çok sakın. Çünkü hasedin sana olan zararları, hased ettiğin kişininkinden daha önce ve daha çok olur.” Bir Müslümanda bulunan bir nimetin ondan gitmesini istemeyip, kendisinde de o nimetin bulunmasını istemek hased değildir. Kıskançlık kinin, kin de öfkenin neticesidir. Bu yüzden öfkelenmeyi azaltacak davranışlar içinde bulunmak kini, dolayısıyla kıskançlığı azaltır. Hased, İlahi takdir ve bölmeye razı olmamaktır.

Back

This is a unique website which will require a more modern browser to work!

Please upgrade today!

Share